Gaziantep Geleneksel El Sanatları
ABA DOKUMACILIK
El Sanatları insanoğlu var olduğundan beri tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmış olup, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, örtünmek ve korunmak amacı ile ilk örneklerini vermiştir. Daha sonra gelişerek çevre şartlarına göre değişimler gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelerek “geleneksel” vasfı kazanmıştır. Gaziantep Geleneksel El Sanatları Hakkında Detaylı Bilgiye Bu yazıda ulaşabilirsiniz.
ABA DOKUMACILIK
Hayvancılığın yaygın olduğu toplumlarda hayvansal ürünlerin, ihtiyaçlara göre en yaygın olarak kullanıldığı alan dokumacılıktır. Tarihi kaynaklardan, Orta Asya’da yaşayan göçebe Türklerin, kilim, aba, çuha gibi açkı ve örtünme amaçlı dokuma ürünleri yaptığı bilinmektedir. Daha çok tarikat mensupları ve medrese öğrencileri tarafından kullanılmıştır. Aba dokuma tarihsel olarak 17.yüzyıla dayanmaktadır.
Evliya Çelebi seyahatnamelerinde de Aba Dokumacılığından bahsetmektedir. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Aba Dokumacılığı meslek haline gelmiştir. Sanayileşmeyle birlikte Abaya olan talep azalmış ve Gaziantep’te aba sadece Gaziantep Üniversitesi’nde koruma altına alınmış ve mesleğin son temsilcisi de bu Üniversite’de çalışmalarını devam etmektedir.
Aba, deve, öküz ve at tüyünden, keçi kılından ve koyun yününden, dokunan özel bir kumaştan yapılan erkek giysisidir. Gaziantep’te kullanılan bir üst giysisidir. Aba Türk Dil Kurumu tarafından, “Yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş” ve “ Bu kumaştan yapılmış yakasız ve uzun üstlük” şeklinde tanımlanır. Abanın üst tarafında başın; yan tarafından kolların geçmesi için birer delik, kolları yoktur. Eskiden kumaşın dokunmasında kullanılan tüy, kıl ve yünler; toprak, mor, boya, ceviz kabuğu, ceviz kökü, haylangoz yaprağı, sumak yaprağı, meyve, kızılcık otu gibi kök boya denilen boyalarla renklendirilmiş iplikler kullanılmaktadır.
Aba, kilim tezgahlarına benzer tezgahlarda dokunur. Aba ve Kilim tezgahı aynı olmasına rağmen dokuma şekilleri farklıdır. Aba dokumasının çözgüsü, kilim çözgüsüne göre daha gergindir. Abanın dokunuşuna, üzerine yapılan motiflerin durumu ve bu motifleri yapımında kullanılan iplerin özelliği o kişinin ekonomik durumu belirtmektedir. Maddi durumu iyi olmayanlar daha az desenli, düz abaları kullanmaktadır. Maddi durumu iyi olanlar ise; ipek kumaş kullanırlar ve motifler bakımından çok zengin aba ve kırmızı aba giyerler. Aba hem yazın hem de kış aylarında giyilen bir giysidir. Çobanların giydiği abalar giysilerin en üstüne, aba güreşçilerin giydikleri ise; köynek üzerine giyilmektedir. Gaziantep-Nizip ilçesi arasında yer alan köylerde Aşırtmalı Aba Güreş müsabakaları yapılmaktadır. Bu güreşlerde aba giyilir ve aba bu güreşlerde güreş kıyafeti olarak bilinir.
Abalar dokunduğu kumaşın, ipin, rengin ve yörenin özelliğine göre faklı isimler almaktadır.
- Humus Abası (Suriye Abası, Boz Abası)
- Yerli Aba (Kırmızı, lacivert, siyah aba)
- Sırmalı Aba (Tahtalı, Sandıklı, Zincirli, Kandilli, Kurbağalı)
- Kıl Aba
- Maraş Abası
- Urfa Abası
- Kıron(Koron) Abası
- Siyah Aba
- Çuha Abası
- Uzun Boy Aba
- Kısa Boy Aba
Aba çok dayanıklı bir üst giyeceğidir. Nitekim önceden taş yontucuları bile abayı tercih ederdi. Dayanıklı olması dışında aba çok rahat bir giyecektir. Önceden yünden ve kıldan dokunan abalar değişen teknolojik şartlar ve zevklerle beraber günümüzde artık polyester ipliklerden dokunmaktadır.
Abanın dokuma aşaması
Kelepler halinde alınan iplik, atkı için çıkrık aracılığıyla makaralara sarılır. Dokumada iki adet çerçevesi olan, 60-70 cm derinliğinde, dikine boşaltılmış ve dört köşesindeki ayaklarından yere sabitlenmiş “çukur tezgah” kullanılır.
Kumaş dokunmaya başlamadan önce 50 m uzunluğundaki 400-500 telden oluşan çözgü ipliği “gücü çerçeveleri” ndeki “gücü gözü” nden geçirerek taharlama işlemi yapılır. Usta, abayı sağ ön ortadan dokumaya başlayıp, arka ve sol ön bedeni dokuyarak, sol ön ortada bitirir. “ bez ayağı” yada “dimi” dokuma tekniğiyle dokunan kumaş tezgahtan tek parça halinde, aba giysisi olarak çıkar.
Yanları dikişsiz çıkan giysinin omuzları, elde dikilerek iki dikdörtgen parça halinde dokunan kollar, 20 cm derinliğindeki kol oyuntusuna takılır. Abalarda 3.5 cm genişliğinde dik ve “ hakim yaka” bulunur. Abayı giyen kişinin kollarının kolay hareket ettirebilmesi için abanın koltuk altlarına açıklık bırakılır. Bu açıklığın olduğu bölgeye, estetik ve göze güzel görünmesi için “belik” adı verilen örgü ip iliştirilir.
Antep işi el İşlemesi
Gönül yaraları değil midir desenlerin adını ciğerdeldi, koydurup da mendillere, örtülere, bluzlara işleten? Antep İşi de böyle değil midir? Ömürden gün çeker gibi iplikler ilmek ilmek sayılarak çekilir de tıpkı hayatın günlere acıları sevinçleri işlediği gibi çekilen her iplik yine bir ömrü tamamlarcasına sarılıp örülerek ajurlar tamamlanır.
Türk işleme sanatının karakteristik yapısını her yönüyle yansıtan Antep İşi, Bursa Keteni, Rize Bezi, Panama Keteni, birman, demor, çuval, saten gibi kumaşlar üzerine susma ve ajur adları verilen iki nakış tekniğiyle işlenir. Susma işlemeyi, ajur, iplikleri keserek çekmeyi ifade eder.
Beyaz işi nakışlar grubunda sayılan Antep İşi Anadolu’nun pek çok yöresindeki genç kızların çeyiz sandığındaki en nadide parçalardan biridir.
Yapılan ajur tekniğinin kendi içinde;
- Örümcek yuvası
- Düz çitime
- Verev çitime
- Filtreli çitime
- Örümcekli çitime
Gibi adları vardır.
BAKIRCILIK SANATI
Bakır, maden devriyle birlikte insanoğlunun hizmetine girdi. Bakırın doğada kolay bulunabilmesi kullanımının da yaygınlaştırmıştır. Bakır kolay şekil alan bir madendir. Bu özelliği onun çok sık kullanmasına neden olmuştur.
Türklerde ise; bakır atların alınlıklarında, üzengilerinde ok uçlarında, yay ve ok kuburlarında, kalkan ve kılıç kınlarında süsleme ögesi olarak kullanılmıştır. Bakırcılığın tarihi bilinmemekle beraber insanlık tarihi kadar eski olduğu sanılmaktadır. Bakır yakın zamana kadar mutfaklarda kullanılırdı. Fakat daha sonradan estetikten uzak alüminyum kapların artması akabinde paslanmaz çeliklerin ve günümüzde porselen ve teflonların artmasıyla bakıra olan talep azalmış ve daha önce başta mutfak olmak üzere bir çok alanda kullanılan bakır, günümüzde artık dekorasyon malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Bakırcılık, Selçuklular döneminde en parlak dönemini yaşamış bu gelişimini Osmanlı döneminde de devam ettirmiştir. Anadolu ve Balkanlarda bir çok bakırcı ustaları mevcuttu. Özellikle Antep ustaları bakırcılıkta söz sahibiydi. Osmanlı döneminde Antep dışında Maraş, Mardin, Diyarbakır, Konya,, Malatya, Elazığ, Kayseri, Amasya, Bursa ve İstanbul’da da bir çok atölye mevcut idi. Hatta yapılan kaplar bakırcı esnafı arasında belli bir sınıflandırmaya girmiş ve yöreye göre isimler almıştır. “Antep İşi”, “Maraş İşi,” Konya İşi”… Bakırcılık mesleği usta-çırak ilişkisine göre öğrenilmesi gerek mesleklerin başında gelmektedir.
Bakırın 4 çeşit yapım tekniği vardır. Bunlar dövme, dökme, sıvama ve İşleme tekniğidir.
1-Dövme tekniği;
Bu yapım tekniği ilk yapım tekniği olarak kullanılmıştır. Osmanlı zamanında çokça kullanılmıştır. Bu teknik gene olarak çekiçlemek suretiyle yapılan bir tekniktir. İşçilik olarak çok zahmetli ve meşakkatli bir tekniktir. Bu teknik günümüzde fazla kullanılmayıp genellikle sipariş üzerine alınan eserlerin yapımında uygulanan bir tekniktir. Gaziantep’te dövme tekniği de çok kullanılmış ve dövme tekniğinin en iyi ustaları Gaziantepli ustalar idi. Bu teknikte, ürünler tek parça bakırdan imal edilmekte fakat çok büyük ürünler ise; kaynak marifetiyle birleştirmiştir. Öyle ki arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bakır ürünlerde genellikle dövme tekniği kullanılmıştır. Bu da dövme tekniğiyle yapılan ürünlerin ne kadar sağlam olduğu konusunda bize kaynaklık etmektedir.
Dövme işleminde örs, çekiç ve farklı ebatlar tokmak kullanılmaktadır.
2-Dökme Tekniği;
M.Ö. 3000’ lere dayanan bu teknik eritilmiş bakırın hazır kalıplara dökülerek dondurulması anlamına gelmektedir. Dövme tekniğine göre kolay olan bu teknikte kısa bir sürede çok fazla ürün elde etmek mümkündür,
3-Sıvama Tekniği;
Bakır ürün yapımında şekillendirme işleminde, yuvarlak şekilde hazırlanmış bakır levha, sıvama tezgâhındaki yerine yerleştirildikten sonra, aletin çalıştırılmasıyla döndürülmekte ve döndürülen levhayı şekillendirmeyi yani sıvamayı yapan usta tarafından mıskala veya maskala, mazgal adı verilen bir demir el aracı yardımıyla, tekniğine uygun şekilde kalıba sıvanmaktadır.
Kimi bakır eşyaların tümü, kalıp üzerinde sıvanabilmesine karşın, çok ince ve derin kısımları içeren kimi kısımlar kalıp üzerinde sıvandıktan sonra çok ince ve derin olan kısımları sıvayan ustanın beceri ve alışkanlığıyla kalıpsız olarak sıvanmaktadır. Sıvama yöntemiyle şekillendirmede hammaddeyle elde edilmiş bakır levha kullanılmaktadır.
Sıvama tekniğinde sıvamadan sonra perdah makinesi veya eski usul perdah çekiçleri ile son şeklini verilmek üzere perdah aşamasına tabi tutulur. Perdahlama amaç bakırın üzerinde kalan pürüzlerin giderilmesi ve daha da şeffaf bir görünüm kazanmasıdır.
4-İşleme Tekniği;
İşleme tekniği daha çok turistik malzemeler için kullanılmaktadır. İşleme tekniği insan gücü ve emeğinin en fazla olduğu tekniktir. Ve günümüzdeki bakırcıların çoğu bu tekniği kullanmaktadır. Daha çok gösterişe dayanan bu teknikte ustalar sadece kalem, çekiç ve mengene kullanılmaktadır. Mengene sıkıştırılan ürün ana hatlar çizildikten sonra işlemeye geçilir. İşlemelerde genellikle bitkisel motifler ve gemotrik motifler kullanılır. Bu süslemer düzenli ve bordürlere ayrılarak yapılmaktadır.
Bakırcılıkta
- Kalem
- Örs
- Çekiç
- Makas
- Tokmak
- Körük
- Ocak
- Pergel
- Endirek
- Eğe
Gibi malzemeler kullanılır.
Bakır İşleme Ürünlerinden Bazı Örnekler;
- Sahan: Yemek tabağı
- Tas: Ayran veya su içmek için kullanılan kap
- Kazan: Yemek pişirmeye yarayan kaptır.
- Masare Kazanı: Pekmez pişirimede kullanılan büyük kap.
- Teşt: Hamur yoğurmada ve çamaşır yıkamada kullanılan kap.
- Tarak Kabı: Sabun, tarak ve kese koymaya yarayan kap.
- Kil Leğeni: Kadınların yıkanırken saçlarını yumuşatsın diye kullandıkları kilin yoğurulmasında kullanılan kap.
- Seferiye Tası: Yemek koymada ve yemek taşımada kullanılan kap.
- Maşrapa: Su, ayran vb. içeceklerin konulduğu kap.
- Satıl: Su ve sıvı şeylerin taşınmasında kullanılan kap.
- Paşa Mangalı: Ateş konularak ısınmada ve üzerinde kahve pişirilmesine yarayan bir gereçtir. Şimdiler de ise; daha çok dekoratif malzeme olarak kullanılmaktadır.
- İbrik: El, yüz yıkamak ve abdest almak için içine su konulan kap.
- Cezve: Kahve pişirilmesinde kullanılan kap.
- Vazo: İçerisine çiçek koymaya yarayan büyük ve küçük ebatlı olan kap.
- Sini(Tepsi): Yemek yemek için içine kazan, tas ve benzeri şeylerin konulduğu kap.
- Kahve Takımı: Oval olarak yapılan yandan tutacağı olan kapalık-kapaksız kahve içmeye yarayan kap.
- Hamam Tası: Oval olarak yapılan iç tarafında ve dışında süslemeleri olan banyolarda kullanılan bir hacettir.
- Alem: Minare, kubbe, sancak direği gibi şeylerin tepesinde bulunan, ay yıldız yada lale biçiminde de olabilir.
- Supla: Sahan altıdır.
- Buhurdanlık: İçinde tütsü yakılan özel bir kaptır.
- Mumluk/Şamdan: İçine mum konulan bir alettir.
- Sürahi: Sürahi su konulan emzikli ve kulplu bir alettir.
- Semaver: Çay yapımında kullanılan veya su ısıtmak için kullanılan emzikli ve kulpu olan alettir.
Yukarıda saydığımız ürünler dışında savaşlarda kullanılan ok uçları vb. ürünler de bakırdan yapılmaktadır.
Bakır Süsleme Sanatında genellikle bitkisel ve geometrik motifler kullanılmaktadır. Öncellikle bakır eşyanın biçimine uygun motifler seçilir ve bu motifler göz kararı-doğaçlama yapılır. Belirli bir açı ile tutularak nakış yapılırken “V” şeklinde bir kanal izi bırakır. Bakırcılıkta her aşamanın ustaları mevcuttur.
Örneğin; Nakış işleyenlere “ Nakışçı” denmektedir. Nakışlanan bakırlar zımpara keçe ile tesviye edilir. Ve kalaylanmak üzere kalaycıya gönderilir. Kalaydan geldikten sonra siyah boya ile nakışlanan yerler boyanır. Kuruduktan sonra silinip temizlenir. Çukur yerler siyah, diğer yerler de kalaylık olarak kalır. Böylece yeni bakıra eski bir görünüm kazandırılır.
Gaziantep’te Bakırcılık sanattan öte bir yaşam şeklidir. Bu sanat dalı sayesinde Ülkemize önemli bir döviz kaynağı da girmektedir. Sanayi devrimini gerçekleştiremeyen ülkelerde tüm el sanatlarında olduğu gibi bakırcılıkta da üst düzey ürünler verilmiştir. Ülkemiz dışında Mısır, İran, Hindistan ve Suriye gibi ülkelerde de Bakırcılığa önem verilmektedir. Gaziantep’te bakırcılığa çok önem verilmiş hatta günümüzde “Bakırcılar Çarşı” adı altında bir çarşı da bulunmaktadır.
Gümüş İşlemeciliği
Gaziantep tarihi İpek yolunun üzerinde olması nedeniyle bir çok ticaret yollarının Gaziantep’te yumaklaşması, ilin ekonomisini o günlerde olduğu gibi , günümüzde de canlı tutmaktadır. Bu canlılıkta gümüşün önemli bir yeri vardır. Çünkü gümüş insanların takı (süs eşyası) olarak eskiden beri kullandığı kıymetli bir madendir.
Yöremizde antik şehir özelliği taşıyan Karkamış, Dülük,Belkıs antik kentleri ve höyüklerden çıkartılan gümüşler,gümüş işçiliğinin ve kullanımının ilimizde ve yöremizde eskiden beri çok yaygın olduğunu göstermektedir. Gümüş işlemeciliği ve kullanımı İslamiyet’in Anadolu’ya yayılması ile daha da gelişmiş ve çeşitlilik göstermiştir. Bu döneme kadar takı,para ve tasarruf aracı olarak kullanılan gümüş, Osmanlılar döneminde işlemeciliğin zirvesine ulaşmıştır.
Yüzük, küpe, kolye, kemer, hamaylı,Kuran-ı Kerim Kabı,takunya işlemeleri,tespih püskülü, tabanca kabzası işlemesi, kılıç ve kama sapı işlemeciliği hep Osmanlı döneminde yapılmıştır. Gaziantep’te gümüş işçiliği son yıllarda Türkiye’nin dışa açılması, turizm hareketlerinin artması ve teknolojinin de yardımıyla hızlı bir gelişme göstermiştir. Türk turizmindeki yerini almakta gecikmemiş olan Gaziantep Gümüş işçiliği, günümüzde hızla çoğalan ve 50’nin üzerindeki gümüş işleme atölyeleri bu sanatın Gaziantep’te çok hızlı geliştiğini ve önemli döviz girdisi sağladığını göstermektedir.
KİLİM DOKUMACILIĞI
Geleneksel dokumalarımızdan olan kilim, dokumlar içinde en yaygın olanıdır. Kilim Orta Asya , Anadolu, Balkanlar ve İran’da dokunan havsız döşeme yaygısıdır. Dokumacılık Türklerin ana yurdu olan Orta Asya’da oldukça önemli bir yer tutan bir sanat koludur. Bu sanat daha sonraki dönemlerde Selçuklarla birlikte Anadolu’ya gelmiş ve Osmanlı Döneminde de altın çağını yaşamıştır.
Kilim, Türkçe bir kelime olup, Türkçe ve Farsça olmak üzere iki anlamı vardır. Bunlardan biri yere yayılan yaygı ve elbise veya derviş cübbesi anlamına gelmektedir. Kilim ve halı birbirinden farklı olup, kilimin yüzeyinde belirgin olan motifin çeşitli atkı ve çözgülerin birlikte dokunması sonucunda düz bir taban oluşturmasıdır. Halı yapımında ise; değişik renkteki genelde yün olan ipliklerin , çözgülerin üstüne örülerek atkıların sıkıca birbirine bastırılarak bir arada tutulmasıdır.
Kilim dokumacılığı, Anadolu’nun her yöresinde yapılmaktadır. Kilimler esas kullanımı dışında farklı anlamlarda taşımaktadır. Sevdanın, özlemin, ayrılığın ve gurbetin verdiği duygulanışlarla, adeta bir renk ve motif cümbüşü halinde dokunan el emeği göz nuru kilimler günümüzde artık diğer el sanatlarında olduğu gibi dekorasyon malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Gaziantep’te 1950’li yıllardan itibaren kilim tezgahlarda dokunmaya başlanmıştır. 1960 yıllarına gelindiğinde ise; motorlu tezgahlar geliştirilmiş ve hem desen hem de dokuma olarak daha otantik kilimler dokunmuştur. Motorlu tezgahlar sayesinde çok fazla kilim dokunmuş ve bu da zamanla bir sektör haline gelmiştir. Bu seri üretim bir yandan kilimciliği yaygınlaştırmış bir yandan da bu sanatın geleneksel değerinin kaybetmesine tekelleşmesine neden olmaktadır.
Kilim dokumacılığı oldukça zor ve uzun bir zaman alan bir iştir. Kilimlerin hammaddesi olan öküz, deve, at, koyun ve keçi kılından oluşan yünün, ip haline getirilmesi ve bu ipin kök boyasıyla boyanması gerekmektedir. Kök boyalarıyla boyanan iplikler ilmek ilmek tezgahlarda dokunmasıyla meydana gelmektedir.
Gaziantep’te kilimlerin üzerindeki bazı kalıplaşmış desenler önceden hazırlanır. Desen konusunda yaratıcılık, yaşanmışlık ve usta-çırak ilişkisi sayesinde yeni desenler ve motifler çıkmaktadır. Bu motiflere yöresel isimler verilmiştir. Günümüzde değişen estetik kaygılar kilimlere de yansımıştır.
Kilim dokuma hemen hemen Anadolu’nun her yerinde varlığını sürdürmektedir.
Bu bölgeler arasında
- Gaziantep
- Afyon
- Çorum
- Gümüşhane
- Isparta
- İzmir
- Kayseri
- Karaman
- Sivas
- Uşak
- Van
Kilim dokumacılıkta gelişmiş bölgelerdir. Her bölgede olduğu gibi Gaziantep kilimleri de diğer Anadolu kilimlerinden tezgah, şekil, dokunuş biçimi ve nakışlar yönünden farklılık göstermektedir. İlimizin güney sınırında yer alması kültürel alış-verişlerin olmasından dolayı bu etkileşim kendirini bu alanda da göstermiştir.
Gaziantep’te kilimciliğin bir meslek olarak ne zaman başladığı bilinmemektedir. Ancak İlimizde yapılan araştırmalar neticesinde bu mesleğin köklü bir geçmişinin olduğu anlaşılmaktadır. İlimizdeki kilimleri hem dokunuş hem de çeşitlilik bakımından farklılık göstermektedir. Bu çeşitlilik yöresel özelliklerle de desteklenerek artmıştır. Kilimin en bilinen çeşitleri ise; Baklava Dilimi, Hapbap(Nalın) Ayağı, Kuş Kanadı, Zincir Göbek, Dirsek Göbek, Pençe Göbek, Çarkıfelek, Parmak Göbek ve daha sonraki dönemler sık sık dokunan Atom Göbektir.
Gaziantep’te dokunan kilimler genel olarak 69 cm enine ve 260 cm boya sahiptir. Bunlar günümüzdeki yolluklara da ön ayak oluşturmaktadır. Ancak farklı amaçla dokunacak kilimler daha büyük ebatlarda yapıldığı gibi dekorasyon malzemesi olarak yapılanlar ise; küçük ebatlarda yapılır. Kullanılan renkler genellikle doğada bulunan renkler olmaktadır. Bunlar siyah, mavi, yeşil, soğan kabuğu, ceviz kabuğu, sarımtırak, ve sumak gibi renklerdir.
Bu renkler doğada bulunan renkler olmakla birlikte doğal yollarla elde edilmektedir. Şimdiler de büyük çoğunluk kimyasal renkleri kullanmaktadır. Kilim dokumalarda kullanılan desenler yine doğada bulunan ve günlük olaylardan alınan motiflerdir. Sembolik motifler, hayvan motifleri, bitki motifleri, geometrik motifler en çok kullanılanlar arasında sayılabilir. Bu motifler tek başına kullanıldığında fazla bir anlam ifade etmesi de onlara can veren kilim dokuma ustaları, kendi zevk ve yorumlarını da katarak ortaya Türk estetik anlayışını ortaya çıkaran nadide eserler ortaya koymuşlardır.
Kilim dokumacılığı Gaziantep ve köylerinde, teknolojini ilerlemesine paralel olarak gelişen mekanik dokuma tezgahları dönemine kadar basit düzeneklerle yapılmış, ahşap tezgahlarda, mekikli, elle atma usulüyle, bütün ailenin işbirliği yapmasıyla ortaya çıkan kazancı en bol meslek idi. Fakat öncellikle teknolojinin gelişmesi, değişen zevk anlayışları ve hammadde teminin zorlaşması, geleneksel yöntemle yapılan dokumaların artık sembolik olarak yapılmasına neden olmuştur.
Gaziantep kilimlerinde kullan motifler taşıdıkları anlamlar ve eşsiz renk uyumlarıyla günümüz halıcılık sektörünün temelleri atılmış ve Gaziantep halıcılıkta dünyada söz sahibi bir kent olmuştur. Bu durum hem Ülkemizi hem de İlimizi uluslararası platformda tanıtılmasına olanak vermektedir. Halıcılık sektöründeki bu başarı aynı zamanda önemli bir döviz getirisi anlamına da gelmektedir.
Küpçülük
Küpçülük, kil minarellerinden yapılan lastik hamurun şekil verilip pişirilmesiyle elde edilen çanak-çömlek, kap, testi gibi düşük sıcakta pişirilmiş toprak eşya ve yüksek sıcakta sert pişirilmiş porselen eşyalara denir.
Toprağa şekil verip onu işlevsel olarak günlük hayatın içinde kullanmak eski zamanlarda beri gerek gerek Anadolu’da gerekse Anadolu dışında her yerde vardı. Topraktan yapılan çömlek, küp, güvenç, tabak, saksı, dolma taşı vb. az da olsa günümüzde halen kullanım alanı bulmaktadır.
Kullanımı ve üretimi daha kolay olan cam ve metal hammaddeli eşyaların kullanımı fazla olduğu günümüzde, hammaddesi toprak olan ürünlerin kullanımı son derece azalmaktadır. Günümüzde bu meslek ustaları topraktan yapılan kabın işlevsel açıdan eskisi kadar kullanışlı olmadığını bildikleri için, süs eşyaları ve hediyelik eşyalar yapmaya başlamışlardır. Bu da mesleğin zamanla unutulmasına ve kaybetmesine neden olmaktadır.
Gaziantep’te küpçülüğün tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber yapılan Arkeolojik kazılar M.Ö. 6000-7000 yıllarında yörede seramikçiliğin olduğu anlaşılmaktadır. Gaziantep’te bundan 50 yıl önce şehrin daha çok doğusunda mağaralarda bu meslek devam etmekteyken şimdilerde ise; sadece babama mesleği olan 2 kişi bu mesleği ayakta tutmaktadır. Gaziantep’te yapılan güveç, dolma taşı, ibrik ve vazo gibi ürünler Şanlıurfa, Adıyaman, Hatay ve diğer yakın il ve ilçelere satış için gönderilmektedir.
Gaziantep’te küp toprağı daha öncelerden Değirmiçem bölgesinden karşılanmaktaydı. Fakat şimdilerde bu bölgenin yerleşim yeri olmasından dolayı küp toprağı ihtiyacı Islahiye ve Hatay’dan karşılanmaktadır.
Küp toprağı iki üç çeşit killi toprağın ve silisin karışımından oluşur. Bu karışımın çok iyi yoğurularak çamur haline getirilmesi ve uzun süre dinlendirilerek mayalanması gerekir. Mayalı bu çamur çark denilen ve ayakla hareket ettirilen bir düzenek üzerinde şekillendirilmektedir. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle ayak yerine elektrikle çalışan motorla bu şekillendirme işlemleri yapılmaktadır.
Yapılacak malzemenin büyüklüğüne göre birden fazla parçaya ayrılan çamur daha sonra birleştirilerek tek parça haline getirilir. Şekil verme işleminden sonra yapılan ürün kuruması için güneşsiz ve rüzgarsız bir ortamda muhafaza edilir. Rüzgarlı ve kızgın bir güneşte kurutma işlemi gerçekleşirse; yapılan ürünün şekli bozulur yada çatlama yapar. İlk etapta hafif kurutulan ürünler ikinci aşama olarak traşlama veya temizleme işlemine tabi tutulur. Çünkü yapılan küp, saksı, güveç vd. ürünlerin daha estetik görünmesi için hafif velev tarzda olması gerekmektedir.
Temizleme işleminden sonra yapılacak ürünün kullanımına göre desenler çizilmektedir. Bütün bu işlemler yapıldıktan sonra ürünler ikinci defa serin bir yerde kurutulmaya bırakılır. Bu kurutma işlemi yapılan işin özelliğine ve kullanım amacına yönelik olarak 2 ile 15 gün sürebilmektedir.
Kurutulan parçalar, pişirme fırınlarına, aralarında boşluk olmayacak şekilde yerleştirilir ve fırınların kademe kademe ısısı yükseltilir. En fazla 900-1000 derece arasında yaklaşık 9-10 saat arasında pişirme işlemi gerçekleştirilir. Bu sürecin sonunda fırın söndürülür ve parçaların fırında soğuması için belli bir zaman bekletilir. Kullanılacak malzemeler özelliklerine göre bölümlere ayrılır.
Örneğin su kabı, vazo gibi ürünler kullanıma hazır hale gelir. Ancak yiyecek saklanmak için ise; sırlı küp yapılacaksa fırınlanıp soğuyan parçalar kurşun esaslı sülyen sırla kaplanır ve yeniden fırınlanarak soğuması beklenir.
Küp yapımı uzun bir süreç gerektirdiği gibi ciddi bir meslek deneyimi de istemektedir. Küpler eski dönemlerde yoğun bir kullanım alanı göstermesine rağmen günümüzde Gaziantep’te kırsal kesimlerde peynir, salça, pekmez, yağ vb. kışlık yiyeceklerin saklanmasında kullanılmaktadır.
Gelişen teknoloji ile birlikte topraktan yapılan kapların gıda saklama işlevini cam kaplar, naylon kaplar ve derin dondurucu dolaplar almaya başlamıştır. Bu durumda insan sağlığını son derece tehlikeye sokmaktadır. Toprak kapların kullanılmaması arz talep durumunu ortaya çıkarmış talep olmayınca önceleri Gaziantep çevresindeki mağaralarda icra edilen bu meslek sadece 2 ustanın çabalarıyla varlığını sürdürmeye çalışmakta ve unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarının başında gelmektedir.
KUTNU DOKUMA
Atalarımızın binlerce yıl önce vücutlarını güneşten, sıcaktan, soğuktan, çalı çırpıdan korumak ve örtünmek için geliştirdiği dokumacılık, günümüzün tekstil sanatının temelini oluşturmaktadır. Tarih boyunca pek çok uygarlığın durağı olan Anadolu, üzerinde bulunan ticaret yollarının getirdiği stratejik konum avantajı ile geçmişte günümüzde olduğundan daha çok önem arz etmiş ve savaşlara maruz kalmıştır.
Çözgüleri genellikle ipek, atkıları ise; pamuk ipliğinden olan saten örgü ile dokunmuş ve çözgü yönünden renkli desenleri olan bir tür yarı ipek kumaşa “kutnu” denmektedir. Dokuyan ustaya ise; “kutnu dokumacısı” yada “kutnu ustası” denmektedir. Kutnunun diğer adı ise; “saray kumaşı” dır. Kutnu Arapça’da pamuk anlamına gelmektedir. Kutnu parlak ve mat çizgilerin yan yana gelmesiyle süslendiği gibi birçok renkli çizgilerin yan yana gelmesiyle de dokunur. Osmanlı döneminde bu kumaşlar daha çok Şam, Bağdat ve diğer Ortadoğu şehirlerinden dokunduğu oradan Anadolu’ya gelindiği bilinse de Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kutnunun
Gaziantep’ten alındığı bilinmektedir. Kutnu adı Gaziantep ile özdeşleşmiş ve şimdiler de ise; dünyada sadece Gaziantep’te dokunmaktadır. Kutnu sadece bir kişinin dokuyarak elde edeceği bir kumaş değildir. Kutnu da tarakçı, boyacı, sökümcü, mezekçi, dokumacı, cendereci, mengeneci gibi ustalar yan yana çalışıp ve bu ortak çalışma neticesinde bu saray kumaşı ortaya çıkmaktadır.
Gaziantep’te kutnu kumaşı önemli bir gelir kaynağıdır aynı zamanda bu kumaş sayesinde Ülkemize önemli bir döviz girişi de olur. Osmanlı döneminde padişahın kaftanı bu kumaştan dikilir ve gelen önemli devlet adamlarına da bu kumaştan yapılan hediyelikler takdim edilir.
Kutnu yüzeyinde genelde saten bağlamanın egemen olduğu bir çok rengin yan yana gelmesi ile uzunlamasına çizgilerden oluşan parlak yüzeyli bir dokumadır. Kutnu ustalarının “Kalem” olarak adlandırdığı bu çizgiler farklı renklerde ve kalınlıklarda olabilir. Kimi modellerde bu çizgilerin arasına çiçek motifleri yada “dişeme” adı verilen çizgi efektleri serpiştirilerek süsleme yapılmaktadır.
Tezgahına göre 50 ile 63 cm arasında kutnuların çözgüsü 3800 ile 4000 tel arasında değişmektedir. 3000 tel ile dokunan beze “Meydaniye” adı verilmektedir. Kutnu dokuma ustaları bugün 60 çeşit kutnu dokuması olduğu söylenmektedir. Bazılarının isimleri şunlardır: Sultan Kutnu, Bağlamalılar, Çiçekliler, Düz Çizgililer, Düz Mecidiye, Hindiye Kutnu, Zincirli Kutnu vb. bazı örneklerini oluşturmaktadır.
Kutnu kumaşı üretimini iki aşamada incelemek gerekir. Çünkü iplikler tezgahta dokumaya hazır hale gelmeye kadar pek çok işleme tabi olmaktadır. İpliklerin dokunması ile elde edilen kumaş ise yine bir dizi işlemden geçmektedir.
Dokuma Öncesi İşlemleri;
1-Söküm İşlemi:
Sökücü ustaları tarafından yapılan söküm işlemi yörede “Devere yada Ayaklı Nezik” adı verilen 16 m² lik bir alana kurulan, kendi etrafında dönebilen dolaplarla yapılır. 4 kanattan oluşan dolabın kanatları arası mesafeli 1.80m kanat yüksekliği 2 m ve çevresi 7.20 m’dir. Kanatlar üzerinde çift sıra halinde delikler ve bu deliklere geçirilmiş çiviler bulunmaktadır. Her bir kanatta 42 çift çivi vardır. Ancak bunların sadece 36-38 çifti kullanılmaktadır.
Dolaba 4-5 metre uzaklıkta müsvedde denilen kumluk bir alan bulunmaktadır. Dolaba sarılacak 100 adet viskon ipek bobinleri, bu alan üzerine yerleştirilmektedir. Bibonların bu kumluk alana yerleştirilmelerinin nedeni söküm işlemi sırasında bobinlerin sabir durması, düşmemesi ve dolasıyla iplerin karışıp kopmasına engel olmaktır.
Çözgü iplikleri bu dolaba tur sayısına ve hesaplanan çözgü uzunluğuna göre sarılmaktadır. Dolabın her bir turuna ise “dora” denmektedir. 36-38 dora ise 1 “baş” a denk gelmektedir. 1 başta 250-280m uzunluğunda iplik sayılır. Dokunan kumaşlar ise 450-550 m arasında olduğu için viskon ipeği 2 baş dolanır ve iplikler çözgü dolabında çaprazlamaları karışmayacak şekilde “bağlık” adı verilen bu yöntemle çıkarılır. Bu şekilde hazırlanan çilelere ise “şenk” denmektedir. Hazırlanan şenkler boyahaneye gider.
2-Boyama İşlemi:
Boyahaneye gelen çileler önce boyanması gereken renklere göre ayrılır. Kutnun kök boyasıyla boyanması kutnuya olan rağbeti artırmıştır. Boya işlemi için büyük kazanlar kullanılmaktadır. Bu kazanlara su ve boya malzemesi konulduktan sonra boyanın sabitlenmesi için karışımın içine ipliğin türüne, cinsine göre tuz yada soda konulmaktadır. 85-100 dereceye kadar ısıtılan kazanların içine konulan çileler bir sopa yardımıyla karıştıtılır. Çileler kazandan çıkarıldıktan sonra fazla suyunun süzülmesi için dinlenmeye bırakılır ve soğuk suyla durulanır. Ve Mezekçiye gönderilir.
3-Mezekçilik:
Boyahanden gelen çileler henüz nemli iken sopalara geçilerek yüksekçe bir yere asılır. Boyanan çileler mezekçilerin elinde 5 farklı aşamadan geçer.
- 3.1-Haşıllama: Dokuma sırasında ipliklerin kopmaması ve ipliğin parlaklık kazanması için yapılan işlemdir. Haşıl maddesi, mazot içerisine kayısı ile zerdali reçinesi katılarak hazırlanmaktadır. Mazot ipliğe yumuşaklık verirken reçine sağlamlık ve parlaklık vermektedir. Yörede “Nişeleme” olarak bu işlem ipliklerin içinde karışım olduğu bir leğen içerisinde ayakla çiğnenmesi ve işlem sonrasında sıkılması ile tamamlanmaktadır.
- 3.2-Kavuklama: Haşıllanan çileler daha nemli iken 50 cm uzunluğundaki “milef” adı verilen tahta sopalara sarılır. Sarma sonrası ortaya çıkan şekil yüzünden hazırlanan bu yumaklara “kavuk” bu işleme ise; “kavuklama” denmektedir.
- 3.3-Tertipleme: Bir duvarın iki ucuna çakılı sopalara kavuklardaki iplikler açılır. Taranıp açılan ipliklerin varsa kırıkları alınır ve tekrar kavuklama işlemi yapılır. Ancak yapılan bu yeni kavuklama işlemine “şak” adı verilmektedir.
- 3.4-Makaralama: Kumaşın dokunması Armürlü veya Jakarlı tezgahlarda yapılacaksa hazırlnan şaklar levent adı verilen iki tarafı kapalı alüminyum makaralara sarılır.
- 3/5-Atkı İpliklerin Hazırlanması: Bu işlem kamçılı el tezgahları için farklı Armürlü, Jakarlı tezgahları için farklı şekilde yapılmaktadır. El tezgahlarının atkıları masura adı verilen küçük tahta sopalara çıkrıklarda sarılırken Armürlü ve Jakarlı dokuma tezgahlarının masuraları basit yarı otomatik sarma makinelerinde yapılmaktadır.
Taharlama İşlemi:
Dokumaya hazırlık işlemleri içerisinde en zor ve en dikkat gerektirileni bu işlemdir. Çünkü bu işlem hem el becerisi hem de hayal gücü gerektirmektedir. Taharlama işlemi de mezekçilik gibi birkaç aşamada oluşmaktadır. Bu işlemde sırasıyla önce gücülerin hazırlanması gerekir. “Kılıç” adı verilen düz bir tahta sopa üzerine “gücü” adı verilen, deseni oluşturulacak çözgü ipliklerinin adresini yuvalarını oluşturmasını sağlayan işleme yörede “süpetleme” denilmektedir.
Gücüler el tezgahlarında ise pamuk ipliğinden, dokuma tezgahlarında ise telden oluşmaktadır. Gücüler hazırlandıktan sonra dokumanın çeşidine göre çerçeveler oluşturulur ve hazırlanan gücüler bu çerçevelere aktarılır. Her çerçevede 500-700 tel gücü bulunmaktadır.
Taharlama işleminden ise önce dokumanın çeşidi ve türüne göre sırasıyla çerçeve sayısı, kullanılacak renkler ve adetleri tespit edilir. Sonra her bir iplik çerçevelere göre tek tek gücü tellerinden geçirilir. Bu şekilde alt ve üst çözgü ipliklerinin taharlanması sağlanır ve taraktan geçirme işlemine geçilir. Kumaşın desenine ve sıklığına göre; ipliklerin, önceden tespit edilen bir tarak numarası ile tarak dişlerinden 3’er 4’er hatta 6’şar tel geçirilmesi gerekebilir.
Taharlama işlemi her modelde yenilenmez. Çözgü iplikleri gücülerden çekilirken uygulanacak yeni modelin iplikleri (rengine ve adedine göre) çekilen ipliğin ucuna eklenerek yuvasına ulaştırılır. Ulama yöntemiyle gerçekleştirilen bu işlem taharlamanın hızlı bir şekilde tamamlanmasını sağlar.
Dokuma
Taharlama işlemi bittikten sonra artık iplikler dokumaya hazır hale gelmiştir. Kutnu dokumalar genellikle armürlü ve jakar tertibatlı tezgahta yada el tezgahlarında yapılmaktadır. Ancak dokuma hangi tezgahta olacaksa olsun, dokumanın oluşması için gereken üç şart ve aşamalar aynıdır.
Yörede kullanılan el tezgahlarında mekik elle değil daha kolay seri ve dolayısıyla ile daha verimli olması işe kamçı aracılığıyla ile atılmaktadır. Kamçılı el tezgahları kumaşın türüne ve modeline göre 2 veya 7 ayaklı olmaktadır.
Bu tezgahın kullanımı tam bir vücut koordinasyonu gerektirmektedir. Ağzın açılması mekikin geçişi ve tefe vuruşu her hareketin kendine göre bir sesi vardır ve bu dokuma seri bir şeklide yapılmaya başlandığında bu sesler bir ritim oluşturmaktadır. Dokumaya başlayan yeni bir kişinin de bu ritmi algılaması ve vücudunun bir nevi dans edermişçesine bu sesler ayak uydurmasını sağlamaya çalışması gerekmektedir. Ritmi yakalayan kişileri dokumayı bilen kişilerdir. Dokuma işleminin arkasından tezgahtan çıkarılan kumaşlar terbiyeye gönderilmektedir.
Dokuma Sonrası İşlemler
Terbiye, kumaşın dokunmadan sonra kullanıma hazır hale getirilmesi için tabii tutulduğu aşamalara denir. Terbiye, sırası ile Tavlama (Nişeleme), Cendereleme ve Mengeneden geçirme işlemlerini kapsamaktadır.
1-Tavlama
Bu işlem 4 lt. suya 1 avuç nişasta katılarak hazırlanan haşıl suyunun, tavlama tahtası üzerine serilen kumaşın üzerine ot süpürge yardımı serpilerek, kumaşı nemlendirilmesidir. 40-100 m. uzun kumaş toplarının tüm yüzeylerinin haşıl maddesini eşit miktarda emmesini ve nemlenmesini sağlamak amacı ile tavlanan kumaşlar katlanıp üzerine ağırlık konularak 1 gün boyunca dinlenmeye bırakılmasıdır.
2-Cendereleme:
Kumaşlar kurumadan nemli bir şeklideyken cendereye gönderilir. Cendereleme, kumaşın sıcak silindirden geçirilip ütülenmesi diğer adı ile kalenderleme işlemidir. İki kumaşın cendereye verilip ütülenmesi ise kumaşın basınç ve buhar nedeni ile kimi yerinin mat kimi yerinin daha parlak olmasına neden olmaktadır. Kumaşa kazandırılan bu efekte hare adı verilmektedir.
3-Mengeneden Geçirme:
Kumaşlar cendereden geçirildikten sonra katlanıp mengeneye hazırlanır. Kumaşa düzgünlük ve parlaklık verme işlemi olan mengeneleme, birkaç top kumaşın katlanıp, üst üste konulması ve mengene adı verilen makinenin içinde 24 saat süre ile sıkıştırılması ile yapılmaktadır. Mengeneden çıkan kumaşlar artık kullanıma hazırdır.
Kutnu kumaşı, sınırlarımız içerisinde sadece İlimizde dokunmasına ve İlimizin tekstil ve ticaret anlamında çok gelişmiş bir il olmasına karşın; yukarda bahsi geçen tüm bu işlem aşamaları, farklı mekanlarda ve farklı ustaların çalışmalarının ürünüdür.
Altın kolay işlenen, yüksek değerli, paslanmaz metalik bir elementtir. Bilinen yazılı kayıtlara göre M.Ö. 3200 yıllarında Mısır darphanelerinde para olarak basılmıştır. Anadolu’da ve Gaziantep yöresinde M.Ö. III. yüzyılda Romalılar döneminde altına rastlanmaktadır. Daha önceleri Orta Asya’da yaşayan İskit Türküleri’nin de (M.Ö.1000’li yıllarda) altıncılıkla uğraştıkları bilinmektedir.
Türklerin Müslümanlığı kabul etmeleriyle altın eşya yapımı azaldı. Gaziantep Cumhuriyet’ten önce il olmadığı için il merkezi olan Halep’ten getirilen altınlar burada satılırdı. Bu işi de Antep’te yaşayan Ermeniler yapardı. Gemolojist Nuri Durucu’ dan alınan bilgilere göre Dağlayan, Davoyan, Pancaryan, Nezaretyan aileleri Antep’te kuyumculuk yapan Ermeni ailelerinin en ünlüleriydi.
Bu ailelerin fertlerinin Kurtuluş Savaşı sonunda Türkiye’yi terk etmesiyle birlikte kuyumculuk bölgede çok zayıflamıştır. 1918 yılında Medine’den gelen aslen Türkistanlı bir usta olan Sait Türkistanlı’nın gayretleriyle kuyumculuk mesleği yavaş, yavaş yeniden canlanmaya başlamış, Sait Türkistanlı ilk önce gümüşçülükle işe başlamıştır.
Meslekle ilgili olarak yetiştirdiği ustalar arasında Şükrü Elbay, İbrahim Halil, Mehmet Fazlı, Kemal Serengil. Kırıkhanlı Hilmi Aşur ve daha birçok ismi saymak mümkündür. Gene Nuri DURUCU’ dan ve Gaziantep Kuyumcular Odasından alınan bilgilere göre
Gaziantepli kuyumcular;
- Halka
- Renkli taşlı
- Yakut
- Zümrüt
- Firuze
- Renkli taşlı yüzük
- Çöp
- Telkari
- Yılanlı
- Burmalı
- Çakma
- Benzeri bilezik
- Kemer
Ve daha birçok çeşit altın takı imalatı yapmışlar ve talebe uygun olarak da yapmaya devam etmektedirler. Buna rağmen Cumhuriyet döneminde 1950’li yıllara kadar altın takılar genel olarak dışarıda imal ettirilip Gaziantep’te satılırdı.
Gaziantepli kuyumcular; halka, renkli taşlı, yakut, zümrüt, firuze ve benzeri renkli taşlı yüzük, çöp, telkari, yılanlı, burmalı, çakma ve benzeri bilezik, kemer ve daha birçok çeşit altın takı imalatı yapmışlar ve talebe uygun olarak da yapmaya devam etmektedirler.
Kuyumculuğun merkezi sayılan İstanbul ve diğer büyük illerde altından üretilen süs ve takılar, 18 ve daha düşük ayarlı altından, (yeşil altın) takılar üretilip satılırken, Gaziantep’te kuyumcuların ürettiği takılar 22 ayar denen ve yem olan altından imal edilmektedir.
Özellikle son yıllarda Gaziantepli imalatçılar ürettikleri mamullerine TSE belgeli olduğunu gösteren kendi damgalarını vurmaktadır. Bu işlem hem esnaf, hem de tüketici tarafından güven içerisinde Gaziantep altının, alınıp satılmasını sağlamıştır.
Bugün Gaziantep’te 400 civarında vitrin kuyumcusu 60 civarında imalatçısı ile odaya kayıtlı 568 kuyumcu, 500 civarında işyeri ve bu işyerlerinde çalışan 2000 civarındaki insanıyla Gaziantep ekonomisindeki yerini almıştır. Yapılmakta olan çalışmalarla Türkiye’deki yerini daha ileri noktalara getireceği görülmektedir.
SEDEF KAKMACILIK
Bazı deniz hayvanlarının kabuğunda bulunan ve sedefçilikte kullanılan sert, beyaz ve gökkuşağı pırıltılı, fosforik özelliği olan maddeye sedef, bu maddeyi işleyen kişiye de sedefkâr denilir. Asırlardan beri bilinen sedef, zamanın tekniği ve milletlerin sanat anlayışına göre şekil almıştır. 15.yüzyıldan sonra Türk-İslam sanatının emrine giren sedef, geometrik desenlerin bitmek tükenmek bilmeyen dizilişleri ile gelişimini sürdürmüştür.
Daha sonra kıvrılma, dallanma, ana veya yardımcı bağlarla bağlanma, birbirini kesme ve düğümlenme gibi yollarla, çeşitli kompozisyonla imkanı veren Rumiler, geometrik desenlerle birlikte kullanılmaya başlanmış ve doğadan stilize edilerek alınan çiçek motifleri (lale, karanfil, gül) kullanılmaya başlanmıştır.
İlk örneklerine M.Ö. 4000 yılına tarihlenen Sümerlilerin mezar taşlarında rastlanan Sedefkârlık, eski dönemlerde özellikle Doğu ülkelerinde yaygın şekilde icra edilmekle birlikte, Osmanlı Devleti döneminde zirveye ulaşmış ve Türk-İslam sanatının klasik örneklerinin verildiği süsleme tekniğine dönüşmüştür. 15. yüzyıldan itibaren inşa edilen camiler, saraylar ve konakların kapı, pencere süslemelerinde ve bu mekânlarda kullanılan aksesuarların yapımında oldukça ilgi gören el sanatları arasındadır.
Sedefkârlık bir meslek dalı olarak dünyanın çoğu ülkesinde bilinir. İlk örneklerine en eski uygarlıklarda, Mezopotamya, Uzak Doğu ve Güney Asya’da Hint sanatında rastlanan, bir dönemde Suriye ve Mısır’da farklı biçimde işlendiği görülen Sedef Kakmacılık, 15.Yüzyıl sonları ile 16.yüzyılda sedefkar adı verilen Enderunlu ustaların elinde gelişerek bir Osmanlı sanatı haline gelmiştir. Bu yıllarda işlenen motifler Osmanlı estetik anlayışına uygun bir hal almıştır.
Sedefçilik
ilk çağın en eski uygarlıklarında görülmekle birlikte sedefin eşyada süs öğesi olarak uygulanışı çok sonradır. Her ne kadar bazı kaynaklar Sümer sanatında sedefin traş edilerek ahşaba uygulandığı, Uzakdoğu ve Güney Asya’da sedef süslemelere rastlandığı bildirilse de sedefin en yaygın ve en gelişmiş şekliyle Türk-Osmanlı sanatında görüldüğü bilinir. Sedef işlemeciliğinin olgunluk dönemi diyebileceğimiz 16.yüzyılda kapı, pencere, dolap kanatları, kürsü, çekmece, Kur’an muhafazası, rahle, masa, koltuk, kanepe, sehpa gibi mobilyalar; silah kabzası, nalın, körük, tütün tabakası, kahve takımı vb. gibi eşyaların süslemelerinde kullanılmıştır.
Sedefin kullanıldığı ürünlerin çeşidi daha sonraki yıllarda artmıştır. Teknolojinin getirisi olan eşyaların süslemelerinde de sedef kullanılmaya başlanmıştır. 17.yüzyıl sedef işlemeciliğin doruk noktası olup, daha sonraki yıllarda Barok sanatına duyulan hevese bir de ekonomik yapının bozulması eklenince bu sanattan uzaklaşılmış, ucuz, sanat değeri olmayan eserler üretilmeye başlanmıştır. Ancak Abdülhamit Han’ın hobi olarak sedef vs. el sanatlarıyla ilgilenmesi ve yabancı kral ve diplomatlara sedef hediye verebilmek için saray sedefkârlığı korunmuştur.
Gaziantep’te Sedefkârlık
1963 yıllarında başladığı bilinmektedir. Hatta ilk sedef atölyesini açan kişi Arif Demir isimli ustadır. Sedefkârlıkta ustaların ustaları Gaziantep’tedir. En iyi ustalar ise; Kalealtı ve Karşıyaka’dadır. Türkiye’de sedef kakma ürünü satan dükkan ve atölyelerin yüzde sekseni Gaziantep’tedir. Bu atölyede çıkan ürünler genellikle turist amaçlı ürünlerdir.
Sedefkârlıkta kullanılan malzemeler ceviz, maun, gül gibi sert ve dokusu sıkı olan ağaçlar, sedef, sedefin yanında filetolar, çekiç, tokmak, keski, oyma aletleri, zımpara taşı, mengene, testere, eğe, kerpeten, pense, ahşap boyası, fırça, kalem, macun yapımı için kullanılan yapıştırıcılar bunlar sedefkârların olmazsa olmaz malzemeleri arasında yer almaktadır.
Gaziantep’le anılmaya başlayan sedef işlemeciliği, şehrin tanıtımına da katkı sağlamakla birlikte Ülkemize önemli bir gelir kaynağı da oluşturmaktadır. Ceviz, maun ve gül gibi sert ve dokusu sıkı olan ağaçlarla, oyma ve kakma tekniğiyle yapılan sedef işçiliğinde motifler önce ağaca çizilir, sonra motifin çevresi kurşun, kalay, gümüş ve alpaka tek ile süslenir. Keski adı verilen çelik uç ile motifin çevresi keskilenerek ağaca kanal açılır. Açılan kanala tel yatırılarak hafif çekiç darbeleriyle tel gömülür. Bu işlemden sonra, aynı keski ile çizilen motifin içi oyulur ve oyulan yerin tabanı düz bir hale getirilir.
Motifin şekline göre zımpara taşında şekillendirilen ve altı düzlenen sedef, oyulmuş motifin içine beyaz tutkal ve ağaç tozundan yapılmış macun ile yapıştırılır. En az iki saat kurulmaya bırakıldıktan sonra sedef ve telin üstü ile ahşabın tümü ince eğe ve zımpara ile silinerek, pürüzsüz ve ahşapla aynı seviyeye gelecek şekilde temizlenir.
Kullanım amacına göre siyah olması isteniyorsa yakılır. Son aşama ise; Zeytinyağı sürülür ve isprito içinde eritilmiş bir çeşit reçine olan ve “gomalak” adı verilen cila ile cilalanır. Cilalama işlemi için bir pamuk yumağı kullanılır ve bu yumak hızlı ve dairesel hareketlerle ahşaba kuruyuncaya kadar sürülmek suretiyle parlatma işleminden geçilir. Bu cilalama işlemi sayesinde Sedef ve ahşap daha parlak ve temiz bir görünüme bürünür.
YEMENİCİLİK
Yemeni; Üstü kırmızı, siyah vd. deriden, tabanı köseleden dikilen topuksuz ve çok sıhhatli olan ayakkabıdır. Yemeni yurdumuzun diğer yörelerinde yazmaya verilen ad olmasına karşılık yöremizde ayağı giyilen bir çeşit ayakkabıya verilen addır. Gaziantep’te yemeniciliğe “köşgercilik”, yemenicilere “köşger”, yemeni ustalarına ise; “köşger ustası” denmektedir.
Yüz binlerce yıllık geçmişi olan deri kültürü ve buna bağlı olarak gelişen deriden yapılan eşyaların ilk örneklerine mağara duvarlarına ve tabletlere yapılmış resimlerde kendini gösterir. Deriden yapılan eşyalardan biri olan ayakkabının ilk olarak nerede yapıldığı bilinmemekle beraber yazılı kaynakların verdiği bilgiye göre ilk ayakkabının Mezopotamya ve Anadolu’da yapıldığı sanılmaktadır.
Yemeninin Gaziantep’e Suriye’nin Halep şehrinden geldiği söylenmektedir. Buna göre ilk yemenileri Suriye’de yaşayan Yemeni kökenli “Yemen-i Ekber” adında bir usta dikmiştir. Bu durum aynı zamanda bize “Yemeni” kelimesinin kökeni hakkında da bilgi vermektedir. Önceleri daha çok Suriye’de icra edilen bu meslek daha sonradan Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin gibi güney illerimizde de günlük hayatta kullanılmış hatta yemeni bir iş kolu haline gelmiştir.
1920’li yıllarda ise; Gaziantep’te 400 e yakın yemenici olduğu söylenmektedir. Günümüzde ise; değişen estetik anlayış yemenilerin pek fazla tercih edilmemesine neden olmuştur. Bu durum eskisi kadar yemenici ve yemeni dükkanın kalmamasına neden olmuştur. Bazı yemeni ustaları ise; yemeni sektörünün tekrar canlandırılması ve kaybolmasına engel olmak için geleneksel yemenilerin yanına yeni tasarımlarla mesleğini günümüz şartlarına uydurmuşlardır.
Yemeni, tamamen doğal malzemelerle üretilmesi nedeniyle oldukça sağlıklı bir ayakkabı olan yemenin farklı bölümleri için değişik malzemeler kullanılır. Yemenilerin tabanı ile iç astarı arasına yemeni ustaları kil koyarlar.
Bunun nedeni ise giyen kişinin vücut elektriğini toprağa vererek tüm vücudun rahatlamasını sağlamaktadır. Yemeniler nasır ve mantar gibi ayak rahatsızlıklarına neden olmaz bu tür rahatsızlıkları önlerler. Kullanılan derinin gözenekli yapısından dolayı teri dışarı atarak ayakların nefes almasını sağlar. Bu özelliğinden dolayı da parmak arası pişik ve ayak kokusu da yapmazlar.
Yemeninin farklı bölümleri için farklı malzemeler kullanılır. Tabanı manda derisinde, yüzü keçi derisinden, iç astarı koyun derisinden, iç tabanı sığır veya keçi derisinden ve son olarak da kenarı oğlak derisinden olmak üzere toplam beş farklı hayvanın derilerinin zahmetli bir süreçle dikilmesinden oluşur.
Gaziantep’te Yemeni gön ve yüz olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Gön, manda ve sığır derisinden yapılmış olup, yere gelen kısım ile bunun üzerinde dana derisinden yapılmış taban kayışı ve bezlerden ibarettir. Yüz ise; sırt ile birbirine birleştirilmiş ve çirişle yapıştırılmış sahtiyan ve meşinden oluşur. Yemeniyi diğer ayakkabılardan ayıran ise; taban ve yüzünün birleştiği yerin bütünüyle dikişli olması ve dikildikten sonra içi dışına çevirmek suretiyle son şeklini almasıdır.
Bu çevirme işi için ağaçtan yapılmış, ayakkabı çekeceğine benzer basit bir gereç kullanılır. Yemeni yapımında gön, sahtiyan, meşin, sızı kayışı, iplik, mum, çiriş ve kil kullanılmaktadır. Yemeniye şekil veren araç ve gereçler ise; kütük, muşta, keski, biz, iğne, bileği taşı, kiy ölbesi, pazval, dikiş ağacı, direksen, peçkiç, huval, pusal, endaze ve kalıptır. Yemeniler genel olarak siyah ve kırmızı olmak üzere iki renkten oluşmakta iken daha sonra mor, sarı vs. renk ve farklı şekillerle bir değişime uğramıştır.
Yemeniler renk, büyüklük ve şekillerine göre değişik adlarla isimlendirilirler.
Renklerine göre;
- Siyah: Siyah yemeni, merkup, pantof, kulaklı.
- Mor: Annubi
- Kırmızı: Gül şeftali ve nar çiçeği
Büyüklülerine göre;
- Çocuk Yemenisi: 28-29 Numara
- Küçük Hasbe: (7-9 yaş için) 30-31 Numara
- Büyük Hasbe: (9-10 yaş için): 32-33 Numara
- Bostane: (10-13 yaş için) 34-35 Numara
- Orta Ayak: (13-16 yaş için) 36-37 Numara
- Zegender: (17-18 yaş için) 38-39 Numara
- Ges: (19-20 yaş için) 40-41 Numara
- Lorba (21- 22 yaş için) 42-43 Numara
- Uzger (23-24 yaş için) 44 Numara
- Ulu Ayak: (24-25 yaş için) 45 Numara
- Zelber: (26+ yaş için ) 45+ Numaralar için kullanılır.
Şekillerine göre ise;
- Halebi: Halebi esas olarak Yemenin ilk kullanılan modelidir. Halep’ten geldiği için Halebi adını almıştır. Annubi ve gülşeftali renginde olup, sosyal durumu iyi olmayanlar tarafından daha çok köylerde giyilmektedir.
- Merkup: Bu yemenin yüzü kısadır, kulaksızdır Daha çok şehirlerde sosyal durumu iyi olan insanlar tarafından giyilmektedir.
- Burnu Sivri: Burnu yukarı doğru kıvrıktır. Sahtiyan kısmı da kıvrılmıştır. Daha çok köylüler tarafından kullanılır.
- Kulağı Uzun: Ne burnu sivri gibi ayağı örtecek kadar kapalı ne de merkup gibi açıktır. Siyah annubi ve gülşeftali olup, daha çok şehirlerde giyilmektedir.
- Eğri Simli: Yüzü kısadır. Burnu sivri gibi yukarı kalkık ve kıvrıktır. Kenarda çatının bulunduğu kısım gümüş telle işlemelidir.
ZURNACILIK
Anadolu’da insanoğlunun duygularına tercüman olmaya yarayan ilkel ve modern pek çok çalgı bulunmaktadır. Bunlardan biride geçmişten günümüze en az değişime uğrayarak varlığını korumaya çalışan Türk halk müziği nefesli çalgılarından zurnadır. Zurnanın kökeni Orta Asya’ya dayanmakla birlikte Anadolu’nun hemen hemen her bölgesinde kullanılmaktadır. Anadolu kültürünün vazgeçilmezi olmuş gür ve güçlü sesiyle ön plana çıkmış üflemeli halk çalgısıdır.
Gaziantep’te zurnanın özel bir yeri vardır. Düğünlerde, asker uğurlamalarında ve bütün eğlencelerde zurna olmazsa olmazların en başında gelmektedir. Gaziantepli neşesini, aşkını yanık sesiyle zurnasıyla ifade etmektedir. Gaziantep’te zurnaya çok önem verilmiştir öyle ki zurnalar tıpkı gelin gibi gümüş işlemelerle gelin gibi süslenmiştir. Zurna çalan kişinin, ciğerlerindeki havayı iyi kullanabilmesi ve nefes çevirme yöntemini iyi bilmesi gerekmektedir.
Özel bir nefes tekniği ile üflenerek çalındığı, dolayısıyla güçlü bir nefes istediği için zurna, erkekler tarafından çalınır. Bu özel nefes tekniğinde “avurt” dediğimiz kısımda toplanan hava nefes almaya engel olmadan zurnanın içine üflenir. Böylelikle hem nefes almada problem olmaz hem de zurnanın aralıksız bir ses çıkarması sağlanır.
Eski zamanlardan beri bir çalgı aleti olarak bilinip kullanılan zurna, üç kısımdan oluşmaktadır.
- Baş kısmı(Mezik)
- Ağız kısmı(Altı Çanak)
- Orta kısım
Zurnanın on beş deliği vardır. Bunlardan sekiz tanesi büyük olup, bunlara nota deliği denmektedir. Yedi tanesi de küçük olup, bunlara da cin deliği denir. Zurna yapıldıktan sonra şimşir ağacından yapılan mezik kısmının ucuna “metem” denilen uç takılır. Zurna kısmının ağza gelen kısmı yaklaşık 3 cm, çanak kısmı 7-8 cm çapında olup, ön yüzünde 7 arka kısımda ise;1 ses perdesi ön yüzünde yine bu deliklerden daha küçük çapta “cin” deliği bulunmaktadır.
Bu deliklerin görevi ise; ara seslerin çıkarılmasına yardımcı olmaktır. Zurnanın delikleri matkap ile açıldıktan sonra ısıtılmış demir ile dağlanarak sesin daha güzel ve daha düzgün çıkmasını sağlar. Zurnanın en esaslı bölümü Sipsi denilen ağızlık kısmıdır. Bu ağızlık kısmı kamıştan yapılmış olup, Kamış, suda yetişen bir bitkidir ve ilkbaharda daha yeşilken zurna ucu için kesilir. İçindeki zar çıkarılacak basit bir kalıp içerisinde ucu yassılttırılır ve öylece kurutulur. Zaten zurnadan ses çıkarılmasını sağlayan bölümde burasıdır.
Yapımı tamamlanan zurnanın çalmadan önce içine ve dışına gaz, badem veya makine yağı sürülmektedir. Daha sonra birkaç hafta kurutulmaya bırakılan zurna, gaz, badem yada makine yağını emer ve gözenekleri tamamen dolar. Bu işleminin yapılmasının nedeni ise; zurnan ilerleyen zamanlarda çatlamaması ve deforme olmaması içinidir.
Gaziantep’te 3 çeşit zurna üretilmektedir.
- Tüm Kaba Zurna(32.5 cm)
- Orta Kaba Zurna(31 cm)
- Cura Zurna(30 cm)
Başta Gaziantep olmak üzere Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesindeki zurnalar genellikle alt çanak kısımları gümüşlerle süslenir. Bu da maddi durumu iyi olan, seçkin ailelerin düğünlerinde çalınmaktadır. Gaziantep en iyi zurnalar Malatya, Elazığ vs. yerlerden getirilen kuru zerdali ağacından yapılan zurnalardır.
Eğer zurna yaş ağaçtan yapılırsa kulağı rahatsız eden bir ses çıkar onun içindir ki ağaçlar doğal güneşte kurutulur ondan sonra işlenir. Zurna yapana “harat” denmektedir. Zurna yapan ustaların azlığından dolayı Gaziantep’te sadece 2 kişi zurna yapmaktadır. İlimiz İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu gibi şehirlerini zurna ihtiyacını karşılar.
TAKUNYACILIK (NALIN/HAPBAB)
Nalın Arapça’da ayakkabı anlamına gelen ‘Nal’ ve bir çift ayakkabı anlamına gelen “Naleyn” kelimelerinden türetilmiştir. Dilimizde ise; Nalin dendiği gibi Nalın da denilmektedir. Tabanı tek parça tahtadan yapılan ve üstünde ayağa geçirilen deri bir tasması bulunan ayakkabı olarak tarif ediliyor. Aynı kaynakta bu takunyaları yapana da ‘’takunyacı’’ denmektedir. Takunya çok eski zamanlarda kullanılan bir ayakkabı çeşididir.
Kaynak kişiyle yaptığımız derleme sonucunda edindiğimiz bilgilere göre Hz. Peygamber zamanında da kullanldığı söylenmektedir. Daha çok ıslak zeminlerde kullanılmak üzere tasarlanmıştır. Gaziantep’te hamamlarda, kasap dükkanlarında, fırınlarda vb. yerlerde yoğun bir kullanım alanı bulmuştur. Takunyanın asıl malzemesi ceviz, gürgen, çınar, şimşir ve dut ağacıdır. Bu malzemeler arasında en çok kullanılan ceviz, şimşir ve abanoz ağacıdır.
Nalın yapılacak ağaçların kuru olması gerekmektedir. Kurutma işlemi genellikle doğal yolla (güneş yoluyla) olmaktadır. Bir çift nalının kalınlığı ve yüksekliği ne kadar olacaksa takozlarda ona göre boylamlar halinde kesilir. Sonta dikdörtgen prizma şeklinde kesilen keresteler ortalarından kesilerek ikiye ayrılır. Bu işlemle her tek ‘’nalın’’ ın aynı dokulu çıkışı vardır. Hızarın olmadığı dönemlerde bu şekillendirme işlemi “nalıncı keseri” yapılırdı.
Takoz tamamen bu keserle şekillendirildi. Zımpara işlenmine geçilmeden önce bir camla düzleştirme işlemi gerçekleştirildi. İnce işçilik işlemine ise; genellikle zımpara ile yapılırdı. Kesme zımparalanma işleminden sonra boyama işlemine geçilir. Boyama işleminde genellikle kırmızı ve siyah renkler kullanılırdı. Nalınların sade olduğu gibi çok süslü de olabilmektedir. Boya ile bitkisel motifler ve geometrik şekillerle de süslenebilir.
Bazı nalınların sedefle süslendiği hatta bazılarında oyma kazıma tekniğiyle farkı dolgu malzemesi de eklendiği görülmektedir. Nalınların tasma kısmı plastik olacağı gibi farklı malzemelerden de olabilir. Takunya ayağı giyildiğinde tasmanın çivi başından çıkmaması için lastikten kesilen küçük parçalar kullanılır. En çok Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kullanılan Nalının sağlık açısından da yararlı olduğu da belirtilmektedir. Haphap, onu giyenlerin vücudunda oluşan olumsuz elektiriği alıyor ve kişiye bir rahat hissi veriyor.
Yazımızı Beğendiniz mi? ”Gaziantep Turistik Yerler” okuyabilirsiniz..
Gaziantep Geleneksel El Sanatları içeriği, 10 Ocak 2019 tarihinde Biantep.Com sitesinin Keşfet bölümüne eklenmiştir.